2020 yılında tüm dünyayı etkisi altına alan COVID-19 pandemisi, kısa sürede modern çağın en büyük sağlık krizlerinden biri haline geldi. Aradan geçen yıllar boyunca virüs farklı varyantlara evrildi, çeşitli aşılar geliştirildi ve toplumlar bağışıklık kazanmaya başladı. Ancak 2025 yılı itibarıyla özellikle Avrupa ve Asya’da gözlemlenen yeni varyantların artması, 2025 COVID-19 sürecinin yeniden sağlık otoritelerinin gündemine oturmasına neden oldu.
Türkiye'de de birçok hastane, bu döneme özel yeni klinik protokoller belirlemeye başladı. Aritmi Hastaneleri gibi özel sağlık kuruluşları, hem enfeksiyon kontrolü hem de göğüs hastalıkları, enfeksiyon hastalıkları ve yoğun bakım servislerinin entegrasyonu açısından bu süreçte aktif rol üstlendi. Peki, toplumun yeniden virüsle karşı karşıya kaldığı bu dönemde ne gibi belirtiler ortaya çıktı? Aşılar hâlâ etkili mi? Hangi yaş grubu daha fazla etkileniyor? 2026’ya uzanan etkiler neler olabilir?
Bu yazıda, 2025 COVID-19 varyantının genel seyri, klinik belirtileri, psikolojik ve fizyolojik etkileri, hasta örnekleri, bilimsel veriler ve önleyici sağlık önlemleri detaylı şekilde incelenecek. Aynı zamanda 2026 COVID-19 etkilerine dair uzman görüşleri ve senaryolar da değerlendirilecek.
2025 yılında görülen COVID-19 vakalarının büyük kısmı, önceki yıllarda tanımlanan Alfa, Delta ve Omicron varyantlarının mutasyona uğramış alt türlerine dayanmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) son verilerine göre, özellikle JN.1 ve BA.2.86 varyantlarının baskın hale geldiği gözlemlenmektedir. Bu varyantların en dikkat çeken özelliği, bulaşıcılığın yüksek, semptomların ise değişken olmasıdır.
Türkiye’de de benzer bir tablo söz konusudur. Enfeksiyon hastalıkları uzmanlarının gözlemlerine göre, 2025 varyantları daha kısa kuluçka süresine sahip olmakla birlikte, bazı hastalarda semptomlar geç beliriyor veya hiç belirti göstermiyor. Bu durum, tanının geç konulmasına ve dolayısıyla yayılımın hızlanmasına neden olmaktadır.
2023 ve 2024 yıllarında yapılan mRNA bazlı aşıların halen önemli ölçüde koruma sağladığı görülmektedir. Ancak 2025’in ikinci çeyreğinden itibaren bildirilen vakaların bir kısmında, iki veya üç doz aşı olmasına rağmen tekrar enfekte olan bireylerin sayısında artış gözlemlenmiştir. Özellikle bağışıklık sistemi zayıf bireyler, yaşlılar ve kronik hastalığı olan kişiler (örneğin diyabet, kardiyovasküler hastalıklar) daha savunmasız kalabilmektedir.
Uzmanlar, JN.1 varyantının etkilerinin sadece 2025 yılı ile sınırlı kalmayabileceğini belirtmektedir. Bazı vakalarda şubat ve mart 2026 döneminde de benzer klinik bulguların gözlemlendiği raporlanmıştır. Bu da gösteriyor ki 2026 COVID-19 süreci, özellikle bağışıklık sistemini tam toparlayamamış bireylerde yeni komplikasyonlara zemin hazırlayabilir.
Avrupa Hastalık Önleme ve Kontrol Merkezi (ECDC) tarafından Ocak 2026’da yayımlanan verilere göre, bazı ülkelerde COVID-19 nedeniyle hastaneye yatış oranları 2024 sonuna göre %17 artış göstermiştir.
2025 yılında görülen COVID-19 vakalarında, hastalık belirtileri önceki yıllara göre farklılık gösterebiliyor. Özellikle Omicron ve onun alt varyantlarının baskın olduğu bu dönemde, semptomlar klasik grip ya da nezle ile karıştırılabiliyor. Bu durum, tanı sürecini zorlaştırıyor ve bulaş zincirinin uzamasına neden olabiliyor.
En sık gözlenen belirtiler arasında boğaz ağrısı, halsizlik, baş ağrısı ve burun akıntısı yer alıyor. Ancak bazı hastalarda eklem ağrıları, göz çevresinde baskı hissi ve iştah kaybı da görülüyor. Ateş, artık her vakada ortaya çıkmıyor. Bu nedenle yalnızca ateşe bakılarak enfekte olunmadığı düşünülmemeli.
Nefes darlığı, göğüs ağrısı gibi daha ciddi semptomlar genellikle risk grubundaki bireylerde ortaya çıkıyor. Özellikle göğüs hastalıkları, iç hastalıkları ve kalp damar cerrahisi birimleri bu tür şikâyetlerle başvuran hastaları dikkatle değerlendirmektedir.
Hastalığın şiddetine ve bireyin bağışıklık durumuna göre semptomların süresi değişebiliyor. Hafif seyreden vakalarda belirtiler genellikle 5–7 gün arasında kaybolurken, bazı bireylerde bu süre iki haftayı bulabiliyor. Özellikle 2025’in ikinci yarısında görülen varyantlarda, iyileşme süreci uzayabiliyor.
Son araştırmalar, 2025’te de “uzamış COVID” vakalarının devam ettiğini göstermektedir. Özellikle yoğun halsizlik, konsantrasyon bozukluğu, çarpıntı, kas ağrıları ve uykusuzluk gibi semptomlar hastalığı atlatan bireylerde haftalar hatta aylar boyunca sürebiliyor. Türkiye’de yapılan bir çalışmada, COVID-19 geçiren bireylerin %22’sinde bir aydan uzun süreli semptomların devam ettiği bildirildi (Kaynak: Türkiye Halk Sağlığı Dergisi, 2025).
Long COVID sürecinin yönetiminde nöroloji, psikiyatri, fizik tedavi ve rehabilitasyon branşları aktif rol oynamaktadır. Hastaların yaşam kalitesini artırmak ve semptomları hafifletmek için multidisipliner destek önerilmektedir.
Pandeminin ilk yıllarında yaşanan şok dalgasının ardından, 2025 ve 2026 yıllarında COVID-19’un etkileri artık doğrudan enfeksiyonla sınırlı kalmıyor. Virüsün toplum üzerindeki etkileri; fiziksel sağlığın ötesine geçerek psikolojik, sosyolojik ve ekonomik boyutlara taşınmış durumda. Özellikle düşük ve orta gelirli gruplarda, bu etkiler daha da belirgin hale gelmiştir.
2025’in son çeyreğinde ve 2026’nın başlarında, COVID-19 vaka sayılarında dönemsel artışlar yaşanmıştır. Özellikle Ocak–Mart 2026 döneminde, acil servis başvurularında yoğunluk oluşmuş, göğüs hastalıkları, enfeksiyon hastalıkları ve iç hastalıkları polikliniklerinde hizmet sunumu zaman zaman zorlaşmıştır. Bu yoğunluk, kronik hastalık takibi gereken bireylerin hizmete erişimini de geciktirmiştir.
Pandemi sürecinde önemi artan aile hekimliği hizmetleri, özellikle semptom gösteren hastaların ilk temas noktası olmuş, erken müdahalede kritik bir rol üstlenmiştir.
Uzun süren belirsizlik, kaygı ve sosyal izolasyon, 2025’te olduğu gibi 2026’da da halk sağlığı açısından büyük bir ruhsal yük yaratmıştır. Psikiyatri ve psikoloji kliniklerine yapılan başvurularda özellikle şu şikayetler öne çıkmıştır:
Yaygın anksiyete bozukluğu
Uyku problemleri
Depresyon eğilimleri
Travma sonrası stres belirtileri
Türkiye Psikiyatri Derneği’nin 2025 yılında yaptığı bir araştırmaya göre, COVID-19 pandemisi sonrası bireylerin %36’sı düzenli kaygı atakları yaşadığını belirtmiştir. Bu oran, pandemiden önce %18 seviyesindeydi.
2025–2026 döneminde özellikle dijital platformlarda yayılan yanlış bilgiler, bireylerin aşıya ve tedavi yöntemlerine güvenini zedelemiştir. Bilgi kirliliği, hem bireysel hem toplumsal kararları olumsuz etkilemiştir. Sağlık otoriteleri bu dönemde doğru bilginin yaygınlaştırılması için kapsamlı bilgilendirme kampanyaları düzenlemiş, halk sağlığı uzmanları sürece aktif katılmıştır.
COVID-19 pandemisinin üçüncü evresi olarak kabul edilen 2025–2026 dönemi, artık yalnızca hastalıkla mücadele değil, kalıcı koruyuculuk anlayışının da yerleştiği bir süreçtir. Bu dönemde bireylerin korunma bilinci artarken, sağlık politikaları da risk gruplarına yönelik önleyici tedbirleri öne çıkarmıştır.
2025 yılında uygulanan COVID-19 aşılarının, Omicron BA.5 ve JN.1 gibi yeni varyantlara karşı güncellenmiş versiyonları piyasaya sürülmüştür. Sağlık Bakanlığı’nın yayınladığı takvime göre özellikle:
65 yaş üstü bireyler
Kronik hastalıkları olanlar
Bağışıklık sistemi baskılanmış hastalar
Sağlık çalışanları
öncelikli gruplar arasında yer almış, bu kişilere hatırlatma dozları önerilmiştir.
Uzmanlar, grip aşısı ve COVID-19 aşısının farklı zamanlarda uygulanmasını tavsiye etmektedir. Özellikle kış aylarında influenza ve koronavirüsün eş zamanlı görülmesi, çift enfeksiyon riskini artırmakta; bu nedenle aşılama takvimi titizlikle planlanmaktadır.
2025–2026 kış aylarında en sık karşılaşılan sorunlardan biri, COVID-19 ile influenza arasındaki semptom benzerliğidir. Yüksek ateş, kas ağrıları, halsizlik ve öksürük gibi belirtiler, her iki hastalıkta da görülebilmektedir. Bu benzerlik tanı sürecini zorlaştırmakta, dolayısıyla test ve laboratuvar tetkiklerine duyulan ihtiyacı artırmaktadır.
Enfeksiyon hastalıkları uzmanları, belirtiler başladığında mutlaka bir sağlık kuruluşuna başvurulması gerektiğini vurgulamakta, kendi kendine teşhis ve tedavi uygulamalarından kaçınılmasını önermektedir.
Toplum genelinde maske kullanımı azalmış olsa da, riskli alanlarda, özellikle hastaneler, toplu taşıma ve kalabalık kapalı mekanlar hâlen maske kullanımı önerilmektedir. Halk sağlığı otoriteleri, el hijyenine yönelik davranış değişikliklerinin kalıcı hale gelmesini olumlu bir kazanım olarak değerlendirmektedir.
Maske ve sosyal mesafe önlemleri, sadece COVID-19 değil, mevsimsel grip ve diğer solunum yolu enfeksiyonlarının yayılmasını da sınırlamaktadır. Dolayısıyla bu alışkanlıkların dönemsel olarak sürdürülmesi, toplum sağlığı açısından halen önemlidir.
COVID sonrası nefes darlığı, kalp çarpıntısı gibi şikâyetler kalp sağlığını etkileyebilir.
2025 sonrası artan post-COVID kardiyoloji başvuruları %18 yükseldi. Kardiyoloji uzmanlarının sık vurguladığı bu risk, yaşa bağlı artış gösteriyor.
Özellikle zatürre geçirmiş kişilerde uzun süreli nefes alma problemleri gözlemleniyor.
Göğüs hastalıkları bölümleri 2026 yılına dek kronik solunum yolu şikâyetlerinde artış öngörüyor. İnfluenza ile karışan durumlar sık görülüyor.
Odaklanma sorunu, migren ve uyku problemleri COVID sonrası sıkça bildirilen şikâyetlerdir.
2025 verilerine göre nöroloji kliniklerine yapılan başvurularda %27 artış var. Pandemi sonrası uyku bozuklukları dikkat çekiyor.
2020'de hayatımıza giren COVID-19 pandemisi, yalnızca sağlık sistemlerini değil, bireysel alışkanlıkları da kökten değiştirdi. 2025 yılına geldiğimizde, salgının ilk dönemindeki panik yerini daha bilinçli bir sağlık yaklaşımına bırakmış durumda. Bu dönüşüm, sadece hastalıklardan korunmaya değil, aynı zamanda yaşam kalitesini artırmaya yönelik de birçok kalıcı alışkanlığı beraberinde getirdi.
Pandemi sürecinde yaşanan ani ölümler ve hastane yoğunlukları, toplumda erken tanı bilincini güçlendirdi. Özellikle iç hastalıkları, göğüs hastalıkları ve kardiyoloji gibi branşlara yönelik düzenli kontroller artık daha fazla önemseniyor.
Birçok birey artık yılda en az bir kez tam kan sayımı, akciğer grafisi veya vitamin düzeylerini ölçtürmeyi tercih ediyor. Pandeminin ardından yapılan araştırmalar, Türkiye’de 2024 itibarıyla yıllık check-up yaptıran birey sayısının %37 oranında arttığını ortaya koymuştur (Kaynak: TÜİK Sağlık Araştırması, 2024).
Pandemide yaygınlaşan teletıp sistemleri ve online doktor randevuları, 2025 yılında da aktif olarak kullanılmaktadır. Özellikle psikiyatri, beslenme ve diyetetik ile fizik tedavi ve rehabilitasyon gibi alanlarda dijital uygulamaların devam ettiği görülmektedir.
Evde tansiyon ölçme cihazları, oksimetreler, glukometreler gibi medikal cihazların kullanımı artık sadece kronik hastalığı olanlarla sınırlı değil. Pandemi sonrası birçok birey, bu tür cihazları bir tür “sağlık sigortası” gibi evlerinde bulunduruyor.
Bağışıklık sistemi, pandemi döneminde en çok konuşulan konuların başında gelmişti. Bugün hâlâ market raflarında “bağışıklık güçlendirici” ibareli ürünlerin sayısı oldukça fazla. Ancak dikkat çeken nokta şu ki, artık insanlar sadece takviye gıdalara değil; uyku kalitesi, dengeli beslenme, düzenli egzersiz gibi çok yönlü yaklaşımlara yönelmiş durumda.
Aile hekimliği uzmanları, özellikle kronik hastalığı olan bireylerin dengeli bir bağışıklık profili için medikal takviyeleri rastgele değil, kan tahlili verilerine göre alması gerektiğini belirtiyor. Bu da sağlık davranışlarında bilim temelli yaklaşımların güçlendiğini gösteriyor.
Uzun süren izolasyon dönemleri, sevdiklerini kaybeden bireyler ve toplumsal belirsizlik, toplumun geniş kesimlerinde psikolojik etkiler bıraktı. Özellikle anksiyete, uyku bozuklukları ve travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) vakalarında pandemi sonrası artış yaşandı.
Bu dönemde psikoloji, psikiyatri ve aile danışmanlığı alanlarında destek alma oranı belirgin şekilde arttı. 2023'te yapılan bir saha araştırmasına göre, pandemi öncesine kıyasla psikolojik danışmanlık hizmeti alan birey sayısı %42 yükselmiş durumda.
Ayrıca bu konular artık bir tabu olmaktan çıkmış, toplumun her kesiminde konuşulur hale gelmiştir. Bireyler yalnızca fiziksel değil, zihinsel sağlıklarını da koruma sorumluluğunu daha fazla sahiplenmeye başlamıştır.
COVID-19 pandemisinin ilk yıllarında geliştirilen mRNA ve vektör tabanlı aşılar, milyonlarca hayatın korunmasında önemli rol oynadı. Ancak virüsün sürekli mutasyona uğraması, 2025 ve 2026 yıllarında da yeni varyantlara karşı etkili, güncellenmiş aşıların geliştirilmesini zorunlu hâle getirdi.
2025 yılının ortalarında, Pfizer-BioNTech ve Moderna gibi üreticiler, Omicron sonrası ortaya çıkan JN.1 ve FLiRT varyantlarına karşı özel olarak tasarlanan çoklu hedefli mRNA aşılarını piyasaya sürdü. Bu aşılar, önceki nesillere göre daha uzun süreli bağışıklık sağlayabiliyor ve özellikle bağışıklığı baskılanmış kişilerde daha yüksek koruma oranı sunuyor.
Nature dergisinde 2025 Kasım ayında yayımlanan bir çalışmada, güncellenmiş mRNA aşılarının %83 oranında ağır hastalığı önlediği rapor edilmiştir.
Bu yeni nesil aşılar, hem COVID-19 hem de mevsimsel influenza virüsüne karşı kombine koruma sağlamaya yönelik ilk adımlar olarak değerlendirilmektedir.
mRNA aşılarına alternatif olarak geliştirilen protein alt birim aşıları, 2025 sonbaharında EMA ve FDA onayı alarak yaygın olarak uygulanmaya başlandı. Bu aşılar, özellikle hamileler, çocuklar ve mRNA teknolojisine karşı temkinli bireyler için güvenli bir seçenek olarak önerilmektedir.
Ayrıca 2026 başlarında, Türkiye dahil olmak üzere birçok ülkede nazal sprey şeklinde uygulanan COVID-19 aşıları için klinik onay süreçleri hız kazanmıştır. Bu yöntemle, mukozal bağışıklık yanıtı artırılarak virüsün burun ve boğaz gibi giriş noktalarında engellenmesi hedeflenmektedir.
Türkiye’de 2025 sonbahar döneminde Sağlık Bakanlığı tarafından başlatılan “Yeniden Aşılan, Güvende Kal” kampanyası, özellikle risk grubundaki bireylerde aşı farkındalığını artırmayı hedefledi. Bursa, İstanbul ve Ankara gibi büyük şehirlerde üniversite hastaneleri ve özel hastaneler aracılığıyla ücretsiz aşı günleri düzenlendi.
Ancak toplumun bazı kesimlerinde, aşılara karşı çekince ve tereddüt devam etmektedir. Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji uzmanları, yanlış bilgi ve sosyal medya kaynaklı korkuların hâlen aşı reddinde etkili olduğunu ifade etmektedir.
2025 verilerine göre, COVID-19 aşısı sonrası bildirilen ciddi yan etki oranı %0,02 seviyesinde kalmıştır. En sık karşılaşılan hafif yan etkiler:
Enjeksiyon yerinde ağrı
Hafif ateş ve yorgunluk
Kas ve eklem ağrıları
Tüm aşı uygulamaları sonrası, Türkiye genelindeki “Aşı Güvenliği İzleme Sistemi” (AGİS) ile bireyler 14 gün süreyle SMS yoluyla takip edilmektedir.
COVID-19 pandemisi yalnızca fizyolojik değil, psikolojik olarak da bireyleri ve toplumları derinden etkiledi. 2020 yılında başlayan pandemi süreci, 2025 ve 2026'da da yeni varyantlar, sosyal kısıtlamalar, ekonomik belirsizlikler ve sağlık endişeleriyle devam etti. Özellikle Ocak–Mart 2026 döneminde yeniden artan vakalar, halkta belirsizlik, korku ve yalnızlık hissini yeniden tetikledi.
Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB), COVID-19 atlatan bireylerde ve yakınlarını kaybedenlerde en sık gözlenen ruhsal durumdur.
Anksiyete bozuklukları, özellikle sosyal izolasyon dönemlerinden sonra tekrar normale dönmeye çalışan bireylerde yaygındır.
Depresyon, yalnızlık, iş kaybı, belirsizlik ve yaşam düzenindeki değişikliklere bağlı olarak arttı.
Uyku bozuklukları, pandemiyle birlikte yaygın hale geldi. Bunun başlıca nedenleri arasında dijital ekran maruziyeti, kaygı düzeyinin artması ve sosyal ritmin bozulması yer alıyor.
2025 yılında Lancet Psychiatry dergisinde yayımlanan kapsamlı bir araştırmaya göre, COVID-19 pandemisinin etkili olduğu toplumlarda her 5 kişiden 1’i depresif belirti göstermektedir. Türkiye'de de benzer şekilde özellikle 18–34 yaş grubunda anksiyete ve panik atak başvuruları 2024 yılına kıyasla %32 artmıştır.
Bursa'da hizmet veren Aritmi Hastaneleri, COVID-19 pandemisi süresince sadece enfeksiyon hastalıkları değil, psikiyatri hizmetleriyle de öne çıkmıştır. Hastanelerin psikiyatri poliklinikleri, özellikle şu alanlarda danışan kabul etmeye devam etmektedir:
Pandemi sonrası anksiyete ve panik bozuklukları
Uyku düzeni problemleri
Yas süreciyle baş etme yöntemleri
Takıntı, hijyen saplantısı (obsesif kompulsif eğilimler)
Uzun COVID sonrası depresyon eğilimi
Psikiyatri uzmanları, danışanlara hem bireysel psikoterapi hem de ilaç tedavisi seçenekleri sunmakta, gerektiğinde psikoloji birimi ile iş birliği içinde grup terapileri ve bilinçlendirme eğitimleri düzenlemektedir.
Günlük rutininizi mümkün olduğunca koruyun. Uyku ve yemek saatleriniz sabit olsun.
Sosyal izolasyon gerekiyorsa bile, dijital iletişim yollarını aktif kullanarak yalnızlık hissini azaltın.
Mümkünse açık hava yürüyüşleri, nefes egzersizleri ve yoga gibi bedensel farkındalık yöntemlerini uygulayın.
Bilgi kirliliğinden uzak durun. Sağlık Bakanlığı ve bilimsel kaynaklardan doğrulanmış verileri takip edin.
Destek almaktan çekinmeyin. Ruh sağlığı profesyonelleri, zor zamanlarda yalnız olmadığınızı hissettirebilir.
COVID-19’un evrimsel süreci, SARS-CoV-2 virüsünün birçok farklı varyanta dönüşmesine neden olmuştur. 2025 sonu itibarıyla dünya genelinde dikkat çeken iki varyant JN.1 ve FLiRT olmuştur. Bu varyantlar, hem bulaşma oranı hem de klinik seyir açısından önceki türlerden belirgin farklılıklar göstermiştir.
Dünya Sağlık Örgütü’nün Aralık 2025 tarihli güncellemesine göre, JN.1 varyantı “yüksek bulaşıcılığa sahip ancak hafif orta arası semptomlarla seyreden bir varyant” olarak tanımlanmıştır. En sık bildirilen belirtiler şunlardır:
Ocak–Mart 2026 döneminde Türkiye’de yeniden artış gösteren vaka sayıları, bu varyantların etkisinin devam ettiğini ortaya koymuştur. Aritmi Hastaneleri’nin Bursa’daki merkezlerine yapılan başvuruların analizine göre:
COVID benzeri semptomlarla başvuran hastaların %48’inde JN.1 pozitifliği,
%26’sında ise FLiRT varyantı tespit edilmiştir.
Geriye kalan %26 ise ya klasik Omicron türleri ya da mevsimsel grip ile benzer semptomlar taşımaktadır.
Bu süreçte 2025 grip aşısı olmuş bireylerin büyük kısmında daha hafif semptomlar gözlemlenmiştir. Ayrıca bazı hastalarda, önce grip belirtileri görülüp ardından COVID pozitifliği saptanması, mevsimsel influenza enfeksiyonlarının bağışıklığı geçici olarak düşürdüğüne dair klinik bulgular sunmuştur.
Ancak risk gruplarında, yani yaşlılar, kronik hastalıkları olanlar ve bağışıklık sistemi zayıflamış bireylerde ağır solunum yolu komplikasyonları gözlenmiştir. Bu nedenle göğüs hastalıkları uzmanları, 2026 başında özellikle KOAH ve astım hastalarının yakın takip edilmesi gerektiğini vurgulamıştır.
FLiRT varyantı, JN.1’e kıyasla daha az yaygın ancak daha kalıcı semptomlara yol açabilmektedir. Özellikle tat ve koku kaybı, kalıcı öksürük, derin halsizlik gibi şikâyetlerle aylarca süren vakalar kaydedilmiştir. “Uzun COVID” kapsamında değerlendirilen bu tablolar, iç hastalıkları ve enfeksiyon hastalıkları uzmanlarının dikkatini çekmektedir.
Bazı hastalarda mide bulantısı, karın ağrısı ve ishal gibi gastrointestinal semptomlar da görülmektedir. Bu da FLiRT varyantının çok sistemli etkiler yaratabileceğini düşündürmektedir.
Aşı teknolojilerindeki ilerlemeler, COVID-19 salgınıyla mücadelede önemli bir rol oynamaya devam etmektedir. 2025 yılının son çeyreğinde geliştirilen ve 2026 başında uygulanmaya başlanan yeni nesil aşılar, hem önceki varyantlara karşı hem de JN.1 ve FLiRT gibi yeni varyantlara karşı daha kapsamlı bir bağışıklık sağlamayı hedeflemiştir. Bu başlık altında mevcut aşı türlerini, etkilerini ve güncellenmiş uygulama takvimlerini karşılaştırmalı bir şekilde ele alacağız.
2025 yılı itibarıyla, dünya genelinde uygulanan COVID-19 aşıları büyük ölçüde güncellenmiş ve varyant odaklı hale getirilmiştir. Özellikle mRNA teknolojisine dayalı aşılar, JN.1 ve FLiRT gibi yeni varyantlara karşı %85’e kadar etkili bulunmuştur. [Kaynak: WHO Varyant Raporu, Aralık 2025]
1. mRNA Aşıları (Yeni Nesil):
2020’de başlayan bu teknoloji, 2025 yılı itibarıyla 4. jenerasyonuna ulaşmıştır. Yeni formülasyonlar, bağışıklık sistemini çok daha hızlı ve uzun süreli aktive etmektedir. Özellikle yaşlı bireyler ve kronik hastalığı olanlar için önerilmektedir.
2. Vektör Tabanlı Aşılar:
Daha az tercih edilmesine rağmen bazı ülkelerde yaygın olarak kullanılmaktadır. Genetik materyalin taşıyıcısı olarak farklı virüsler kullanılır. Yan etkileri mRNA’ya göre biraz daha yüksektir.
3. Protein Alt Ünitesi Aşıları:
Son dönemde daha doğal kabul edilen bu yöntem, daha az bağışıklık tepkisi oluşturduğundan çocuklar ve hassas gruplar için önerilmektedir.
Özellik | mRNA Aşıları (2025) | Vektör Aşıları | Protein Aşıları |
---|---|---|---|
Koruma Süresi | 8–12 ay | 6–9 ay | 6–8 ay |
Yan Etki Riski | Düşük | Orta | Düşük |
JN.1 Varyantına Etki | %85 | %70 | %60 |
FLiRT Varyantına Etki | %72 | %50 | %45 |
65+ Yaş Uygunluğu | Uygun | Kısıtlı | Uygun |
Aritmi Hastaneleri Uygulaması | ✅ | ✅ | ✅ |
2026 yılı itibarıyla Aritmi Hastaneleri, Sağlık Bakanlığı’nın güncel aşı programına uygun olarak:
mRNA aşılarını öncelikli olarak sunmakta
65 yaş üzeri ve kronik rahatsızlığı olan bireyleri ücretsiz aşı programına dahil etmekte
Aşı sonrası komplikasyon takiplerini dahiliye, enfeksiyon ve göğüs hastalıkları branşlarıyla entegre şekilde yürütmektedir
Ayrıca, Aritmi’nin bağışıklama hizmetleri kapsamında grip aşısı ile COVID-19 aşısı eş zamanlı yapılabilmekte, bu da özellikle bağışıklık sistemi zayıf olanlar için ciddi bir kolaylık sunmaktadır.
Diğer Yazı ve Makaleler
Web sitemizde kullanıcı deneyimini geliştirmek için, çerezler kullanılmaktadır. Detaylı bilgi için Çerez Politikamızı inceleyebilirsiniz.